google.com, pub-6626764457556682, DIRECT, f08c47fec0942fa0

doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne, 
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu 

ve taşı yonttuğumuzdan beri 
yıkan da, yaratan da biziz, 
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada. 

arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı, 
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin, 
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte. 

kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran? 
bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar? 



çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, 
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların, 
çocukların avuçlarında yeşerecekler. 

çocuklar ölebilir yarın, 
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından, 
düşerek de değil kuyulara filân; 
çocuklar ölebilir yarın, 
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın, 
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında 
arkalarında bir avuç kül bile değil, 
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan. 
negatif resimcikler boşluğun karanlığında. 
kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum. 
bir deniz görüyorum 
ölü balıklarla örtülü bir deniz. 
negatif resimcikler boşluğun karanlığında, 
yaşanmamış günlerimiz 
çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan. 



bir şehir vardı. 
yeller eser yerinde. 
beş şehir vardı. 
yeller eser yerinde. 
yüz şehir vardı. 
yeller eser yerinde. 
yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak, 
şair kalmayacak ki. 

pencerende bir sokak bulvarlı. 
odan sıcak. 
ak yastıkta üzüm karası saçlar. 
adamlar paltolu, ağaçlar karlı. 
penceren kalmayacak, 
ne bulvarlı sokak, 
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar, 
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar. 
ölülere ağlanmayacak, 
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki. 
eller kalmayacak. 
negatif resimcikler dalların altındaki 
yok olmuş olan dalların altındaki. 
yok olmuş olan dalların üstünden 
o bulutlardır geçen. 
güneye götürmeyin beni, 
ölmek istemiyorum... 
ölmek istemiyorum, 
kuzeye götürmeyin beni... 
batıya götürmeyin beni, 
ölmek istemiyorum... 
ölmek istemiyorum, 
doğuya götürmeyin beni... 
bırakmayın beni burda, 
götürün bir yerlere. 
ölmek istemiyorum, 
ölmek istemiyorum. 
o bulutlardır geçen 
yok olmuş olan dalların üstünden. 



tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız, 
kadın, erkek, çoluk çocuk. 
ekmek hepimize yetmiyor, 
kitap da yetmiyor, 
ama keder 
dilediğin kadar, 
yorgunluk da göz alabildiğine. 
hürriyet hepimize yetmiyor. 
hürriyet hepimize yetebilir 
ve sevda kederi, 
hastalık kederi, 
ayrılık kederi, 
kocalmak kederinden 
gayrısı aşmayabilir eşiğimizi. 
kitap hepimize yetebilir. 
ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz. 
yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların 
avuçlarıyla birlikte, 
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler, 
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim. 

çağırı 

tanrı ellerimizdir, 
tanrı yüreğimiz, aklımız, 
her yerde var olan tanrı, 
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte 
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların. 

insanlar sizi çağırıyorum : 
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için, 
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için, 
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için. 

çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, 
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların, 
çocukların avuçlarında yeşerecekler. 

Nâzım Hikmet Ran
22.11.1962




masumane

0 yorum: