"Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet"
Şiirin ölüm ve zaman tanımayan sesinin geleceğe varışını; böyle anlatıyor "Gül Kokuyorsun" adlı şiirinde Edip Cansever. Şairin: elden ele dolaşan "Yerçekimli Karanfil"ini, "Umutsuzlar Parkı"nda gezdirdiği sıkıntısını, yollarda rastladığımız Ruhi Bey'ini, "Yakup"unu ve "eve dönüşlerimizde üstüne acılarımızı-özlem ve sevinçlerimizi koyduğumuz "Masa"sını yıllar öncesinden tanıyordum. Adam Yayınları'nın iki cilt halinde özenle hazırladığı Toplu Şiirleri'ni yeniden okuduğumda; ellisekiz yılının içine sığmayacak kadar çok imge ve dizeleriyle karşılaştım!.
"Dokunsam okşasam eski eski şeyleri
Arduvazdan bir damı, revaklı ahşap evleri
Sabahsa, bir uzun boyunlu haziransa kent
Kent bir uzun boyunlu haziransa
Aşklar da kayıpdaysa ne yer ne içer şimdi .. "
Şaşırtıcı şiir adlarıyla şiire başlayıp ilk dizeden itibaren, sıradan söylemleriymiş gibi şiir ağının içine çeker kişiyi. Sayfalar dolusu, bölüntüsüz -uzun dizelerle süren şiirlerinin büyüsü; renkler, kokular, görüntü ve ilginç kimliklerle nehir gibi sürükleyip götürür.
İlk şiirlerinden itibaren "bakma" eyleminin şiirde önemli yer edindiğine tanık oluyoruz. Nesneler, nesnelerin kokusu, duruşu, biçimi insana dair söyleyeceklerine dekor hazırlıyor. R. Tomris Uyar, “Edip Cansever, doğanın içinde insanı birim olarak almak eğiliminde, eşyaya can katsa bile insanı eşyalaştırmaya yanaştırmıyor pek. Eşya, doğanın içinde ve insanın karşısındaki yerini alırken birtakım özellikler yükleniyor ...”diyor 1966'da Papirüs dergisinde yazdığı yazısında.
"Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."
Şairin kendini bir bıçak gibi kanatışı çocukluk yıllarından başlar. Özgeçmişinden söz ederken; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih'te oturdukları günlerde kapıcıları İsmail Efendi'yi anlatır. Kapıcılığın yanı sıra dondurmacılık da yapan İsmail Efendi'dir "Beyaz" ı Cansever'e öğreten. "Arabası bembeyazdı. Kırmızılar, morlar bile bembeyazdı." der. Dondurma arabasının görüntüsü ve dondurmacının birey olarak sıkıntıları, istekleri şairin ta o günlerde ilgisini çekmeye başlamıştır. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'ne giderek sanat dergileri alır, notlar çıkartır. Istanbul Erkek Lisesi'ne gittiği yıllarda da Yunan, Latin ve Rus klasiklerine merak sarar. Marquez, Sait Faik, Çehov ve Dostovevski onun başucu yazarlarıdır.
1947'de "Ne yazık ki “Bu gün bile yakamı bırakmayan bir kitap" dediği "İkindi Üstü"nü yayımlatır. "Edebiyat Dünyası" dergisinin kendisi için dönüm noktası olduğunu söyleyen şair; Asmalımescit'teki Elit kahvesine çekinerek gidişinden, Sait Faik, Oktay Akbal ve Salâh Birsel'le sohbetlerinden söz eder. Özellikle Salâh Birsel’le şiirle başlayan dostluk onun için önemlidir. "Masa da Masaymış Ha" şiirinin yayımlanmasından sonra bu şiirden bıktığını Ahmet Muhip Dıranas'a anlatırken, Dıranas da ona "Ben de Fahriye Abla'dan bıktım, ne yapalım, her şairin bıraktığı bir şiiri vardır" der. Bu yıllar şairin "Yeditepe" yıllarıdır. (Bak kay: 2)
"Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor."
1957'ye kadar yazdıklarını "Yerçekimli Karanfil" adlı kitabında toplayan Edip Cansever II. Yeni’yle ilgili şöyle diyor: "Şiiri bir akım olarak görmek, birlikte çıkış alışkanlığı sanmak kolaylığından vazgeçemeyenler şairleri adlandırmakta gecikmiyorlar…" ( II. Yeni… Kaynak:2 )
Mustafa Öneş Cansever’in şiirlerini üç bölüme ayırır: Birinci bölümde yer yer halk şiiri söyleyişine yaklaştığını, “Garip” şiiri etkisinde, üstten, alaycı,, bilimsel temelden yoksun şiirler yazdığını, bir yandan da II. Yeni’nin başarılı örneklerini oluşturduğunu yazar..
II. bölüm şairin II. Yeni dönemidir. Bu dönemde soyutlamalar, toplum eleştirileri ve insan görüntüleri sıkça göze çarpar….
Son şiirlerinde de: "Kendisi üzerine oluşturduğu bir yaşam tragedyasının yılları içeren bölümleri" gibi olduğunu belirtir. (K.: 3)
"Tragedyalar" Edip Cansever'in en ilginç çalışmalarından biri olduğu kadar, üzerinde en çok konuşulan ve eleştirilen ürünlerinden biri olmuştur. (Rauf Mutluay) "Yeni Ufuklar" dergisinde bu kitap hakkındaki görüşünü belirtirken: Şairin en çok bağlaçları, ulaçları kullandığını, fiillerden kaçındığını, isim fiil sözcüklerden yararlandığını, bunun nedeninin ise; özne karışıklığı, zaman belirsizliğinin olduğunu yazar. "Ozanlığına hayran oluyorum, şiirine değil" der. (K.: 4)
ALIŞILMAMIŞ BİR KİTAP
Tragedyalar alışılmış bir kitap değil.
Koro, Episode, Korobaşı, Lusin, Stepan, Vartuhi, Armenak, Diran'larla şiir tiyatrosu. Sahnede yerini alan her kimlik zaman zaman içinden arada başkasıyla ikili-üçlü, bazen de hepsi bir ağızdan konuşuyorlar. Her birinin ayrı ayrı acıları, isyanları, sinmiş ve sindirilmişlikleri var. Lusin'in:
"Düşündüm de Stepan.
Düşündüm de daha önce de
Diyorum bir geneleve gitmeli ..."
tarzındaki çıkış arayışına Stepan:
"Bak Lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
Zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
Her türlü çirkinliğin içinde
Her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
İçinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
Ve kırılaraktan durmadan
Öyleyse bir kurtuluş bu mu? Bana kalırsa
Ölümünü içinde taşıyan bir isyan."
yanıtını verir. Arada hep bir ağızdan
"Ve umutlar sonsuzdur.
Çünkü en büyük yaslar
En büyük ölümlerden sonra tutulur"
diyen bu insanlar. Cansever'in dizelerinde:
"Ve kirli
Ve büyük bir sirk çadırı gibi, uçsuz bucaksız
Bu tuhaf akşamları kim çizdi
Biz içkiler içerken .. "
sorusunu sorarlar. Toplumun bu sıradan insanları yaşarlar ama yaşadıkları yaşamakla bağdaşamaz bazen.
Şiirlerindeki görüntülerin "bir yokluğa açılış gibi göründüklerinin varoluşlarının sıkıntısını çektiklerinin" bir söyleşide belirtilmesi üzerine şair: "Öncelikte varoluşçuluğa yatkın değilim, benim dünya görüşüme ters düşer. Yalnız birey ve toplum karşısında aldığım tavır, bazı noktalarda varoluşçulukla yanyana getirir gibi olmuştur beni. Ben toplumun ya da bireyin, yaşadığı koşullar içinde saptanmasını ve sergilenmesini yapmaya çalıştım. Elbette varoluşun bir sancısı var. Sözgelimi umutsuz değilim ama umutsuzluk gerçeğini de görmezlikten gelemeyiz." der. (K.: 5)
Yer yer diyaloglar halinde roman-tiyatro-şiir tadında süren bu kitaptan sonra 1966' da yayımlanan "Çağrılmayan Yakup" karşımıza çıkar. Yakup'u yaşamında çok fazla kişi çağırmamıştır. Varlığı farkedilecek kadar önemli biri değildir o. Önce bir yerlere gider, birilerinin yanında durur, kurbağalara gelir, bağırdığı yerde "Tanrının ayak izleri"ni görür. "Sonra pek kimse bilmez sanırım, günlük yaşamanın tanımadığımız yerleri vardır" der.
İşte o günlük yaşamın tanınmayan yerlerinden 'Yakup'u Edip Cansever çıkartır."
"Her yenilik akımından kazançla çıkıyor Cansever. Onun en yararlı yanlarını alarak şiirine uyguluyor. Bununla sanatına yeni alışılmadık olanaklar sağlıyor. Böylece şiirini aralıksız tazeliyor, geliştiriyor." diyor yazısında Asım Bezirci şair için. (K.: 6)
"Çağrılmayan Yakup" alışılmamış söylem biçimleri, işlenmemiş konular ve alabildiğine yoğun içeriklerle yüklü. Hazır şiir tüketiciliği için yazılmamıştır. Bu kitapla ilgili olarak şair: "-Çağrılmayan Yakup- baştan sona yabancılaşma olgusunun öne çıktığı bir kitap oldu. "Kendiliğindenlik"in sınırlarını aşmadan doğal saf bir biçimde. Yakup toplum tarafından itilmiş, horlanmış, uzaklaştırılmış bir insanı sergiliyor sanırım. "Cadı Ağacı" ndaki otobüs sürücüsü de Yakup gibidir. "Dökümcü Niko ve Arkadaşları" da. "Pesüs" şiiri ise doğaya yabancılaşmanın öyküsüdür, diyebilirim. Bu şiirin ilk bölümüne dikkat edilirse, düzlükle savaşma ve yenilen, ama son dizelerde gene de yenilmeyen, savaşıma hazır bir insan buluruz." der. (K.: 5)
"Ben
Geri çekiliyorum biraz
Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük."
"İnsan yaşadığı yere benzer.
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer"
diyen Cansever'in Yakup'u bugün de yerini ve düzlüğünü değiştirememiş insan kimliğiyle sokaklarda geziniyor. Yazgısı değiştirmeyi bilemeyen insanın çıkışı olmayan yekinişlerinin geleceği yer, yalnızlığında korkularla büyüttüğü inanışlar, söylenceler ve sığınışlardır. Kendi yörüngesinin içinde dönüp duran, o yörüngeyi denese de değiştiremeyen Yakup'lar bugün daha da artmaktadır.
"Baylar! müdürsüz, zamansız ve bahçesiz böyle nereye?
Ben hiç de insan gibi kalkmıyorum sabahları, haberiniz olsun
Ve şu benzin kokusu yok mu, fena halde dokunuyor bana
Hem inecekler insin, öyle değil mi
Benim aklımda posta kartları dizili bir dükkan
Ve pullar dizili
Ve gazozlar, çikolatalar
Bir dükkan duruyor, öyle değil mi
Ben belki de bir gün sevineceğim, haberiniz olsun.
"Kuru gözler kuru şeyleri hiç göremezler
Ve düş içinde yaşayanlar düş içindekileri"
diyen Edip Cansever sergilediği her türlü acılara karşın yine de sevinecek insanın haberini iletmeye çalışır.
Uzun dizeleriyle ilgili olarak Cemal Süreya'ya şöyle yanıt verir: "Bugün düşünce ve yaşam içiçe, her zamankinden çok sokulmuştur şiire. Belki duygusallığın kişiselliğini çözerek, onu evrenselliğe taşıyan itici gücün düşünce olduğu kanıtlanmıştır da ondan. Kaldı ki çok yeni sorunlarla karşı karşıyadır insanlık. Dünyada ki bir olayın ülkemize de yansımaması, az ya da çok yaşanır olmaması hemen hemen olanaksızdır. Genç şairler uzun şiirler yazmasın! Bana kalırsa sayfalar dolusu değil, kitaplar dolusu yazılmalı bugünün şiiri ... Uzun şiir yazanlar, kısa şiirlerdeki 'büyülü anı' da, uzun şiirlerdeki 'büyülü anı' da bilirler." der. (K.:2)
Yine bir açıklamasında da: "Uzun bir şiire başlamışsam rahatımdır oldukça. Çünkü her gün yapacak bir işim var demektir, ki sürekli çalışırım. Ön çalışmalarım kalabalıklara karışmak, yolculuklara çıkmak, yıllardır bitiremediğim Istanbul'u adım adım dolaşmaktır. Bir de denizsiz yapamam. Yaşamım bir kıyının yaşamı gibidir" diye anlatır. (K.: 2)
Memet Fuat: "Soluklu uzun şiire eğilim duydu. Geleneksel şiirin değişmez kuralı olarak görülen yoğunlaştırmaya, şiiri yakalamak için sözü sıkıştırmaya yakınlık duymadı. Dize yapısına önem vermedi. Gereksiz görünen bir sürü çizgi içinden en güzel deseni çıkarıveren bir ressam gibi yöneldi şiirsel güzelliklere." derken (K.: 7),
Doğan Hızlan da: "Cansever'in şiir kavramının belirgin bir niteliği, onda düzyazı ile şiirin bir odakta bir bileşkeye ulaşmasıdır.." diye yazar.(KP 2)
Fener Bekçisi Salih'le, Kontrbas Öğretmeni Rıza'yla, Oltacı Eyüp'le ve Hizmetçi Firdevs'le yolculuğumuz sürerken: Karnı kahırların, sıkıntıların, umut ve umutsuzlukların sesiyle dolu ağzı kapalı- kent insanı, pencerelerden bakıldığında bugün de yollarda aynı görüntülerle karşımızda durur.
YALNIZLIĞI AŞMAK
Şiirlerinde: Alkol, sıkıntı, yalnızlık, ölüm, meyhane, oda, otel, deniz, göz sözcüklerini sıkça kullanan şair toplumdaki çarpık cinselliği, acımasızlığı, çirkinlik ve açlıkları da fotoğraflaştırır çoğunlukla.
Ramis Dara "Sıkıntı Avcısı" Ozan Edip Cansever'in "Kirli Ağustos"la doğaya ve dünyaya yöneldiğini” yazar. (K: 9) Kalabalıklarda bile peşini bırakmayan yalnızlığı sık sık onu yaşadığı günlerde eleştirilmeye götürmüştür. Şiirlerinin insanları umutsuzluğa, tekil insan konumlarına, inançlara götürdüğü, direnen başkaldıran insanların toplumsal görüntülerine yer verilmediği yazılıp, söylenmiştir. Oysa o durmadan tanımlardan, yargılardan özellikle kaçındığını, saptayıp sergilemeyi yeğ tuttuğunu, insanın ise yalnız, ama bu yalnızlığı sürekli aşmak isteyen bir yaratık olduğunu söyler "Bugüne dek bunaltının, umutsuzluğun şiirlerini yazmakla suçlanmadım değil. Bir yanıyla doğru, bir yanıyla yanlış yargılardı bunlar. Evet, yapay bir umudun telkincisi olmak istemedim, ama insanın tözünde var olan umudu da yontmaktan, bilemekten geri kalmadım hiçbir zaman." der.
"Her yalnızlık bir ihtilaldir" diyen Edip Cansever "Kirli Ağustos" da yer yer kısa şiirleri seçer. "Kalbim, serseriliğim benim" deyişinde de "Biraz yaşlılıktır" dediği öğle sonları imgesinde de hüzünler, kendine yönelttiği eleştirel tutum sezilmektedir.
1970 yılında yayılmadığı bu kitapta: Bu süreye kadar sergilediği tekil insan kimliklerinin siyasal ortam içindeki kıpırtıları başlar.
"Çünkü onlar ki yalnız kendilerinde gömülü
Yüzlerinde dağa çıkmışların yüzleri var.
dizeleri gibi ya da:
"Çünkü mızrak çürür er geç, kan rengini yitirir
Kaleler yıkılır bir bir bayraklar solar!
Vuruşmak eskir
Ama aşk
O durur, aşk her geminin su kesimidir."
tarzındaki dizelerinde de dönemin; ölümle, aşkla, isyanla ilgili izleri yansımaktadır.
"Eskişehirli bir tüccar vardı. Var mıydı
Duygular, zamanlar da bir çeşit insan mıydı yoksa
Kuş sürülerinden bir duvar
Hangi, kuşu çeksem ölüyor avuçlarımda...
ÖLÜMÜN GÖLGESİ
Sık sık kuşların vurulduğu bugünlerde de yüksek söylemli şiirleri seçnıez Edip Cansever. "Yok düş kuracak vakit bile" diyerek anlattığı 1970’li yıllarda “Bir iki ölmeyle bir iki yaşamayla ancak kurtulunur.” Kentlerin sürekli üzerindedir ölümün gölgesi çünkü “Kesit” “Eski Bir Takvim İçin Şiirler” “Gökanlam” şiirlerinde her sabah bir acı, her akşam bir acı vardır. “Kan her şeyin aslı kan”dır gündüzlerde biriken.
Mehmet Doğan: "Şairin bundan sonraki şiirlerinin ilerleyişinin bu çizgide olacağını sezdirdiğini" "Cansever'in Dünyası" başlıklı yazısında belirtmiştir. Bunun yalnızca gözlem olmadığını, aynı zamanda eleştirel tutumun ilk müjdecisi olan "Kül" şiirini örnek alarak “Budur şairin o külden dünyaya kattığı şey: ister umut deyin buna, ister yaratıcı insan huzursuzluğu, ister dürtü ... der.
“Bir ömür boyu ateşe varılamayacağı bilinse bile bu çabalar var olacaktır. İnsanı insan, şiiri şiir yapan bunlardır, bu direniştir." diyerek şairin bu tutumunu onayladığını yazar. (K.:10)
Cansever'in şiiri çağdaşları, şair dostları için tanıdık bir şiir olsa da kolaycı şiir okuyucuları için hiç de hemen alıp yorumlanacak türden değildir. Onların sesini duyabilmek için: dinleri, mitoloji kahramanlarını, söylenceleri ve bunun yanında miras alınan divan ve halk şiirinin özelliklerini de tanımak gerekmektedir.
“Duyguların, düşüncelerin nesnel karşılığı olduğunu" düşünen şair: "şiirlerim küçük insandan, küçük durumsal anlardan çok, insan dramını, yani bir çelişkiler, karşıtlıklar bütünlüğünü içermeye yönelik olduğundan, bu dekorun nesneleri de, insanları da bir hareket halinde görünüyorlar sanırım" derken Eliot'un "nesnel karşılık kuramına" da çok önem verdiğini söyler…
Edip Cansever'in yaşamı başkalarının acıları, özlem ve tutkularıyla içiçedir.
"Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın”
da yalnızlığın umutlu yeni biçiminden destek alır. O coşkuyla yine yoldan bisikletiyle hızla geçen çocuğa bakarak:
"Özlem ki tutkunluktur bir başkasının özlemine"
dizesiyle de tutku halindeki özlemleri dile getirir. Ufkunda "işte" diye bir şey olmayan "Sinema biletsiz bir akşamüstü vakti" olur ara sıra ya da bir gül.
"Ey zencefilin yiğidi
Suyun huysuzu
Alına satıla eskitilen düş
Irmağın toprağı delip çıkışı
Ey bir gül"
Şairin 1974 yılında yayımladığı "Sonrası Kalır" da toplumsallık daha açık ortaya çıkmaktadır. "Duyulan değil, görülen; sese" döner Cansever. Kendisinde biriktirdiği "ben"lerin sesi kısık çağrılarından aralanarak yaşamdaki her şeyin, bitkinin, denizin, kilimin güzelliğinden söz eder. Yoğun acıların arasında söylemler daha açık, daha aydınlıktır sanki.
"O kadar bakmışlar ki bir narı yeniden koparıp
O narın sessizliğine ve utancına
Nerden bileceklerdi dirilmek elimizdedir"
Aşklar İçinde adlı şiirinde bir yandan birbirine sarılarak geçen gençlerin coşkulu anları anlatılırken bir yandan da "Merhaba" dediğinde bir kucak balık atacak balıkçının cömertliğinden söz eder. Bu uzunca şiirinin son bölümlerinde de yurdunun insanlarını kucaklarken:
"Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı düşün
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir”
“Birazdan akşam olacak sevgilim Bütün heybetiyle akşam olacak
Birbirimizden çoğalıyoruz: sonlu ve sonsuz birbirimizden"
dediği yerde insanı insandan, toplumu doğadan ayırmadan her şeyi kendi görüntüsü içinde kucaklar.
"Duvar diplerinde ve sakınaraktan
Bir akşamüstü sırasında
Saygı anılarınıza
Saygımız ki bir kuşun yarası kadar derin,"
"Sonrası Kalır" da insanın ilk oluşumundan bu yana geçen süreç içinde sorguladığı kavramların toplumcu bakışla genele ulaştığını görüyoruz, "Gövdesini aradığı yaşamın", "dilini öğrendiği mutluluğun"un şiirleri daha farklı çoğul acıları, çoğul umut ve umutsuzluklara götürür Cansever'i. "Aşk! En bitirim acılarda en dayanıklı büyüyen" dir.
Aşklarını ve yaşamlarını insanların daha insanca yaşayacakları koşulları gerçekleştirmek için harcayanların anılarına da "Ölü mü Denir" adlı şiirinde şöyle der;
“Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölüm mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri ...”
KADIN İMGESİ
"Denizsiz yapamam" diyen Cansever; Akdeniz tutkunudur. Şimşir, sedir, sandal, palmiye , portakal ve elma ağaçlarının yanı sıra, Rodoslu Kares'e, Lidya kültürü kalıntılarına dizelerinde sıkça rastlanır. İlkyaz, yaz özellikle de haziran, ağustos aylarının kullanılmasından şairin bu mevsimlerden etkilendiği söylenebilir.
Sıkıntı gibi kadın imgesi de en ilk şiirlerinden son şiirlerine dek eşlik eder ona. Lusin, Hizmetçi Firdevs, Seniha, Bayan Sara, Ester, Cemile, gibi ad vererek anlatılan kadınların yanı sıra, sarışın üveyanne, bir genelev kadını, meyhanede içki içen kadın görüntüleri yer alır şiirlerinde. Bunların tümünde de bastırılmış, ezilip-horlanmışlık ve hüzünlerin yanı sıra gizli başkaldırılar, tanımlanamaz isyanlarının diklenişi sezinlenmektedir.
"Ve
İnsansız anı yoktur.
Var mıdır?"
diye sorarken "Bezik Oynayan Kadınlar" (1982), "Manastırlı Hilmi Bey'e Mektuplar"la karşımıza çıkar. "Yaşlı bir kelebek gibi yılların içinde eskiyerek, dokunduğu yerde kalırken" bu şiirlerinde Edip Cansever kurumların insan özünü, aşkı, sevgiyi yok edişini, bireyler arası iletişim kopukluğunu, suskunluklarda çoğalan yalnızlığı duyurmaya çalışır. Cemile, Cemal ve Ester'le konuşmalarda, her birinin "buldum" dediği mutlulukların mutsuzluğa dönüştüğü yerde yalnızca özlem kalır.
"Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da ... "
DÜŞ KIRIKLIKLARI
"Eski gövdesini" bırakarak aynanın önünde durur, gözlerinden uçar Seniha. Bluzunun bir iki kırışığını düzeltir, omuzları açık giysiler giyer.
"Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitiriş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki."
Kendisini çağırmadığı halde karşısına çıkan yine kendisidir. Benliğindeki yitişler için de! "Kimse kimsenin olmasın" der. Çünkü sahiplenme, eşyalaştırma konumunda aşk da coşku da yitecektir. Cemal'in iç konuşmalarında da:
"Bağırıyorum bağırıyorum
Beyaz çimenler, beyaz çimenler
Yok oluyor düş
Yok oluyor sanrı"
dizeleriyle; yol boyunca insanların "uzak yakınlığını", sevgisizliği okşayıp geçer. Annenin, teyzenin, sevilen kadının, ikinci üçüncü erkeğin görüntüleri, düşleri, düş kırıklıkları sergilenir.
"Kurtuluş'ta kar yağıyor -ne zaman yağsa-
Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
Bacak bacak üstüne atardım
Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın buruşuk
bir etekliğe sarınıp da tozlu bır halıya basması
biçimindedir her günkü oturmam kalkmam
Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman kırmızı
bir elmayı soysam .... )
Her yazarın yaşattığı kimliklerde biraz da kendisinin olduğunu gösteren,
"Ester'in söyledikleridir
İnsanların içinden
Kendim olup taşayım ... "
dizeleri. 1984 'te yayımladığı "İlkyaz Şikayetleri" uzun şiirler halinde sürer. Bu şiirlerde tire işaretlerine, sorulara, yanıtlara, parantez arası anlatımlara sık rastlanır. Bir söyleşide Sennur Sezer' e şöyle açıklar nedenini:
- 1- Durumun nesnel karşılığını güçlendirmek,
- 2- Anlamı genişletip zenginleştirmek,
- 3- Dize sayısını en aza indirgemek,
- 4- Şiirin içeriğine uygun bir tempo ve deyiş elde etmek için." (K.: 5)
"Yanaştı rıhtıma bu sabah
Geri dönmemi kuşatan sürekli
-Bu sabah bu sabah-
İlkyazgillerden bir gemi
Bordasında denize değdikçe ürperen
Asyagillerden çekik gözlü bir şeydi bunlar
Ne umduğum ne bulduğum bir şeydi bunlar
Olsa olsa -ne olabilir?-
Düşgillerden bir geçit töreni."
İlkyaz Şikayetleri’ nin ardından "İki Düş Arasında Beklenti"nin şiirleri yayımlanır.
"Ölüm
Sen en güzelsin bu saatlerde"
dediği yerde Aralık bir kapıdan soğuk gelmektedir şairin tam kalbinin üzerine. "-Herkesin bir adresi olmalı-" derken kendi adresinin de akşamla öğle arası, uğramadan yapamadığı deniz kıyısı olduğunu söyler. Dostlarına yazdığı birçok şiirinin yanı sıra, şair dostu Turgut Uyar da yaşamında olduğu kadar dizelerinde de önemli yer tutmaktadır.
"Nereye
Turgut'a sormalı, iyi bilir o.
Elinde limonlu votkası."
"İşte Turgut'a gidiyorum, yağmur nasılsa yağmadı."
BAKMAK VE GÖRMEK
Edip Cansever aralık bir kapıdan bakarken de eksiği fazlalığıyla nesneleri tam olarak görür, renkleri, biçimleri, duruşlarıyla. Çünkü bakmak ve görmek en önemli eylemlerdir onun için." (Sözgelimi bir tümsek, bir yavru karga, yere düşen bir yaprak, ağır ağır yayılan bir duman parçası -Şapkalardan birinden kopmuş bir kurdele? olabilir- karşı pencerede bir ayna, bir sürahi birbirine karışmış iki tek gözyaşı gibi) dizelerinde de görüldüğü gibi görülen ve var olan her şey, usta bir fotoğrafçının objektifinden çıkmışçasına okuyucuya sunulur.
"Armalar" dan sonra "Otel Oteli" ardından da "Eros Oteli" yayımlanır. "Otel" imgesi şairin önemli bir konaklama yeridir.
İlk şiirlerinden son şiirlerine kadar: "Deniz kıyısında bir otel"dir o. Dünya ve Türk şiirinin yazım biçimlerindeki yenilikleri ve anadilinin tüm öğelerini sakınmadan, duraksamadan şiirlerinde kullanan Cansever "Eros Oteli"ndeki şiirlerde yeniden alışılmış söylem biçimlerini tekrarlarken bir yandan da şekil olarak nesir şiirlere yönelir. "Sera Oteli" bu tarz çalışmaların öne çıktığı bir kitaptır.Uzun metin aralıklarında zaman zaman özdeyişleri andıran dizelere rastlanır.
"Bir öğle sonrası. Ortalık ışıklar içinde.
Ben hafifçe gülümsemişim, gelin de.
Üç kişi daha eklenmiş bize.
Evet, evet, tanıyorum üçünü de.
Demek ki sahnede çektirmişiz bu fotoğrafı.
Ey geçmiş! silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın.
Ey şimdi! geçmişle süslenirsin sen de.
Ey zaman aralıkları zaman aralıkları! bilmem ki ne isterdiniz bir gidiş-dönüş biletine."
"Phoenix Oteli" Edip Cansever'in: 2 cilt halinde hazırlanmış toplam dokuzyüz sayfalık, Adam Yayınları'nın özenle hazırladığı toplu şiirlerinin özeti şeklindedir bir bakıma. Bu bölümde o süreye kadar kullanılan yazım ve söyleniş biçimleriyle birlikte, şiirlerin kahramanları sahnede yerini alır. Artık Bayan Sara, Metrotel, Hoparlördeki Ses, Tenis Öğretmeni perdesi açılmış tiyatroda izlenmektedir. Şiirin tiyatrolaştığı ya da tiyatronun şiirleştiği bir ortamdır. Rüya yorumları yapılır, sorular sorulur, felsefe, şiir, şiirin başka sanat dallarıyla ilişkisi konuşulur. Bayan Sara: "En az yapay olan sanat şiirdir." derken, Tenis Oğretmeni: "Sanatların en yücesidir, bence." der. Bayan Sara'nın vazgeçemediği tek sanat dalı müziktir. "yaşamın özü" olduğunu söyler.
ŞİİR İŞÇİLİĞİ
Yazılı İlişkiler, 1983'te Doğan Hızlan: "Edip Cansever'in şiirinin iki ünlü özelliği vardır: Yaşamının tutanağı, belgesi olması bir de şiir işçiliği. Yeni bir öz, yeni bir dize biçimi onda yalınlık düzeyine varırken, işçilik evrelerinden geçmiştir. Olağanüstünü olağan göstermek için yapılan bir işçiliktir... Şiir üzerine çok düşünmüş, biçiminden içeriğine uzanan çizgide çok emek harcamış ender şairlerden biridir." der.
Mehmet Kaplan ise Cansever'in "Masa da Masaymış ha" şiirinin bütünlük gösterdiğini, ancak sonraki şiirlerinde:
"Orijinal olma, tuhaf görünme ve şaşırtma merakı, şairi yakaladığı gerçek bir duygudan uzaklaştırıyor" ifadesini kullanır.
Ahmet Kabaklı da: "1955'ten sonra kendisinin "Akılla oynamak yani" dediği tarzda kapalı, soyut, dengesiz, mecazlarla dolu şiir denemelerine başlıyor. 1963'ten beri ise mecazdan ve kapalı görüntülerden çözülerek maddeci, toplumcu yalın bir şiire doğru gidiyor" diye yazar. (K:2)
Yararlanılan Kaynaklar
1-Edip Cansever (Toplu Şiirler 1)
Edip Cansever (Toplu Şiirler II) Adam yayınları, 5. Basım 1995
2- 20. Yüzvıl Türk Edebivatı- Mahir Ünlü- Ömer - Özcan, lnkılap Kitapevi (1940-1960 dönemi)
3 - Milliyet Sanat Dergisi, Mustafa Öneş 'in yazısı, 6 Mayıs 1977
4- Yeni Ufuklar Dergisi-rauf Mutluay’ın yazısı - Tragedyalar- Ocak 1965 Cilt: 13, Sayı. 152
5- Yazko Edebivat, Sennur Sezer'in Cansever’le Söyleşisi Nisan 1982, Sayı: 18
6- Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Memet Fuat, Adam Yayınları
7- Yazko Edebivat, -Ramis Dara’nın "Sıkıntı Avcısı ozan 15 Ocak 1982, Salı: 15
8- Yeni Dergi Mehmet H. Doğan, 1970, Sayı: 69
Arife Kalender Öner
Cumhuriyet Kitap –Mayıs-1996
Kaynak: Günfrfd
0 yorum: