google.com, pub-6626764457556682, DIRECT, f08c47fec0942fa0

"Sahiden iyi bir eseri defalarca okusan da nasıl yapıldığını anlayamazsın. Çünkü iyi edebiyatta daima bir gizem vardır ve bu gizem didiklenip incelenemez. Sonu gelmez ve her zaman mevcuttur. Her okuyuşta yeni bir şey görür veya öğrenirsin." Yazmak Üzerine / Ernest Hemingway


Yazarların birbirinden farklı yazma ritüelleri vardır. Kimi yazarken çubuk kraker yer, kimi tırnaklarını; kimi uzun yürüyüşler yapıp önce kafasında yazar sonra kâğıda döker. Bazısı yazmak için kapanır, bazısı kafelerde yazmayı sever. Liste uzun. Bunlardan çok daha ilginçlerini anlatan, Celia Blue Johnson’ın yazdığı şahane bir kitap çıktı Hep Kitap’tan: “Sıradışı Yazarlar/Joyce’tan Dickens’a Büyük Yazarların Takıntıları ve Tuhaf Alışkanlıkları”. Bir solukta okudum. Eğlenerek, şaşırarak, bazılarına inanamayarak.

Friedrich Schiller, çalışma masasının çekmecesinde elma bulundururmuş. Yemek için değil yalnız. Çürümeye bırakırmış. Zira çürük elma kokusu kendisine yazma ilhamı veriyormuş. Yazmak için gece olmasını beklermiş. Sabaha kadar yazarmış, uykusu gelmesin diye de ayaklarını soğuk su dolu bir leğene sokarmış.

Balzac, akşam 10’da yatıp gece 2’de uyanır, öğleden sonra geç saatlere kadar yazar, gün boyu kızarmış ekmek yer, elli fincan kadar da kahve tüketirmiş.

Alexander Dumas’nın renkli dosya kâğıdı tutkusu varmış. Şiirlerini sarı renkli kâğıda, makalelerini pembe kâğıtlara, romanlarını ise maviye yazarmış. İnanılmaz derecede hızlı çalışırmış. “Maison Rouge Şövalyesi” adlı romanının ilk cildini üç günde yazıp bitirmiş. Sırrını ise şöyle açıklamış: “Kural olarak, bir kitaba bitene kadar başlamam”.

Charles Dickens için yürümek çok önemliymiş. Ama öyle salına salına değil. Londra sokaklarında saatte 7.7 km gibi bir hızdan söz ediliyor. Yazma sancılarının üstesinden bu tempolu yürüyüşlerle gelirmiş. Bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demiş: “Eğer hızlı ve uzağa yürümeseydim patlayıp yok olurdum herhalde”.

Kitapta yazarların yazmaya başladıkları saatlerle ilgili de ilginç bilgiler var: Sylvia Plath 04.00, Jack London 05.00, Victor Hugo 06.00, Goethe 07.00, Flannery O’Conner 08.00, Thomas Mann 09.00. Saat sabah 5’i tercih eden Toni Morrison’ın yazma sürecinin vazgeçilmezi gecenin güne dönüşünü izlemek. İzlerken de yanında bir fincan kahve. Açıklamasına gelince: “Bu ritüelin, ancak dünyevi olmayan diyebileceğim bir alana girmek için hazırlıklarımı içerdiğini fark ettim”.

En ilginç alışkanlıklardan biri de Colette’e ait. Yazmaya başlamadan önce Fransız buldoğu Souci’nin kürkünü incelermiş. Yazmaya hazır olana kadar köpeğin sırtından pire ayıklarmış. Sinek öldürmek de onu yazmaya hazırlayan bir başka alışkanlığıymış.

Gertrude Stein, yazmak için arabasının sürücü koltuğunu tercih edermiş. İşlek Paris sokaklarında trafik sıkıştığında hemen kâğıdını kalemini çıkarır, yazmaya başlarmış.

Virginia Woolf, ressam olan kız kardeşi ayakta resim yaptığı için, kendi uğraşını onunkinden üstün hissetmesin diye, ayakta yazmayı tercih edermiş. En sevdiği mürekkep mormuş. Mektuplarını, günlüklerini, el yazması taslaklarını hep mor mürekkeple yazmış.

James Joyce mavi kurşun kalem kullanırmış. Yazmak için karnının üstüne uzanırmış. Ama asıl tuhaf olan yazmadan önce beyaz bir palto giymesi. Görme sorunu olan Joyce’a bu palto ekstra ışık sağlayarak bir fener görevi görürmüş.

Agatha Christie’nin başlıca yazma mekânı banyosuymuş. Yazmadan önce küvette elma yermiş.

Bunlar benim seçtiklerim. Ama dahası var... Kitabın adına gönderme yaparak söylersek, onlarca takıntı ve tuhaf alışkanlık. Özel zekâlar onlar. Beyaz ya da renkli sayfalara hayatı dökenler. Biraz farklı olacaklar tabii...

___________________

Kaynak: Filiz Aygündüz / Milliyet



masumane

0 yorum: